İBDA diyalektiğinin, İslamî ölçülere bakışın ve yaklaşımın nasıl olması gerektiğini ölçülendirmek amacıyla ortaya koyduğu "topluluk hakikati" kavramı, fert olarak Son Peygamber'in temsil ettiği zamanüstü "insan" idesinin en yüksek toplumsal tezahürünü ifade eder ve temsilini sahabe kadrosunda bulur. Bu kavramlaştırmada, “topluluk” kelimesi, aynı anda hem “toplumsal bir grup” hem de “hepsini içine alma” anlamıyla kullanılır. Kavram, bu iki anlamı, “toplum” ve “fert” kategorilerinin bütün ve parça ilişkisi içinde tanımlanmasıyla birleştirir. Buna göre her parça, kendi yapısının özelliği içinde bütünü yansıtır. Burada bütün, belirli bir niteliği paylaşan bir toplumsal grubu, parça ise her biri kendisinde bu niteliği toplayan fertleri ifade eder. Dolayısıyla topluluk hakikati, hem bütün toplulukta hem de tek tek her fertte temsil bulur. Kısaca, İslam’a Muhatap Anlayış’ın, kaynağa en yakın merkez-çevre ilişkisi içinde ve en yüksek seviyede gerçekleştiği topluluk olarak sahabe kadrosu ve o kadronun ayrı ayrı her ferdi "topluluk hakikati"ni temsil eder. Buna göre Şeriat, sahabe toplumunda hem genel olarak dışa dönük toplumsal gayesiyle hem de tasavvufun temsil ettiği içsel hakikat boyutuyla gerçekleşmiştir. Topluluk hakikatinin zamanüstü niteliğini vurgulayan bu nokta, İslam'a Muhatap Anlayış kavramını da İslamî açıdan temellendirir.
İBDA diyalektiği, içtihad, icma, kıyas gibi fıkıh terimlerini de kuşatan bir yaklaşımla, İslam’a Muhatap Anlayış’ın yenilenmesinin kökenini, sahabelerdeki topluluk hakikatinin ihtiyaca göre derece derece tezahürüne bağlar. Mirzabeyoğlu bu diyalektiği, "kurtuluş yolu"nun doğrulayıcılık usulü olarak da nitelendirir. Sırasıyla Kuran, Peygamber, sahabe, fıkhî ve itikadî mezhepler, içe doğru tek merkezde toplanıp dışa doğru açılarak, "her dalında çekirdeğinde toplu olan özü sergileyen bir ağacın" bütünlüğüne benzetilir ve topluluk hakikatinin yukarıdan aşağıya inen basamaklar halinde belirişini ifade eder. Buna göre İslam'ın ilk asırlarında, peygamberliğin "tebliğ", "telkin" ve "tatbik" şeklindeki üç temel misyonu, sahabelerden sonra bir arada yerine getirilemediği için ulema, evliya ve yöneticiler arasında bölüşülmüş; topluluk hakikati de nitelik üstünlüğünü kaybetmemek için aynı bütün-parça ilişkisi içinde niceliğe başvurularak dağılmaktan korunmuştur. Topluluk hakikatinin yeni zaman ve mekân şartlarında gerçekleştirilemeyerek dağılması ve İslam'a Muhatap Anlayış'ın kaybedilmesi ise 16. yüzyıldan itibaren İslam dünyasını temsil eden Osmanlı İmparatorluğu'nda bu görevlerin yerine getirilememesiyle başlar ve giderek zirveye ulaşır.
Comments